BEYAZ ATLI PRENSLER… DÜNYALI ERKEKLER…

Kadın olmakla özdeşleştirilen arayışları yaşam kalitesi, değerlere bağlılık, ilişkiler ağının zenginliği, duygu yoğunluğu olarak düşünürsek; eril dünyanın nitelikleri olarak öne çıkartılanların daha çok güç, maddi zenginlik, statü, yüksek başarı, üst düzey performans, rasyonel akıl, cesaret, atılganlık unsurları olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanlık tarihinin süreğenliği kadın ve erkeği bir arada olmaya yöneltirken, değişen toplumsal içeriklerle uyum sağlamasını beklediğimiz kişilerarası ilişkiler ve çağdaş aile yaşam dengesinin sağlıklı bir dokuya nasıl kavuşturulabileceği halen merak konusudur. Bu bağlamda, erkeği ve kadını alışılagelmiş en temel rolleri içerisinde görmeye çalışalım.

Gücün odağı olarak erkeğe işaret edildiği durumlarda ister istemez; erkek olmak ne anlama gelir, nasıl erkek olunur, erkekliğin inşası nedir soruları da söylenceden gerçekliğe uzanan sorgulamaları gündeme taşıyor. Yıldırım Türker’in ifadesiyle “Erkle tartılan, erkle tanımlanan, serüveni erk peşinde bir varoluşun sıkılan bekçisi” olarak erkeği ele aldığımızda; toplumun kendisine yüklediği rolleri gerçekleştirme çabası içinde kabuğunun içine saklanan, varoluşunu gerçekleştirmekte zorlanan bir bireyi karşımızda buluyoruz.

Öte yandan, naif, kırılgan doğasını erk sahibi bir koruyucuya teslim etme özlemindeki kadının gücün etrafını çerçeveleyen değerlerle donanmış, elmanın diğer yarısını bulma düşlerini… Sinderella’dan ana kraliçeye evrilme sevdasını…

Ne var ki, gerçeklikte, beyaz atı ile gelen prens kadına tepeden bakıyor!.. Belki bir an, kadın yerini değiştirmeksizin bulunduğu seviyeden adama baktığında o heybetli görünüm baş döndürücü… Ancak, yakınlaşmanın temel gereği olarak adam atını bırakıp, ayaklarını zemine bastığında her ikisi için de gerçeklik sonsuza değin değişiyor. Artık, ne prensin atın üzerinde otururken gördüğü küçük, zayıf bir kadın var ortada, ne de ulaşılmaz heybette bir adam.

Bu noktada değişim; fiziksel algıdan zihinsel algıya, somut bedenin yorumlanışından düşüncenin akışına, geçmişten içinde bulunulan ana ve daha da öteye geleceğe doğru uzanıyor. Simgesel kabuğunun ardındaki adam ile duygu dünyasıyla temasta olan kabuksuz kadın buluşuyor. Tam da bu buluşmada, “erkeklik” ve “kadınlık” birbirlerini üreten, birbirlerinin oluşumunu ve dönüşümünü sağlayan yapılar olarak yansıyorlar. Böylelikle, farklılıkların kodlanmış anlamları bireysel dönüşümleri mutlak ve kaçınılmaz kılıyor.

Kadın oluşa atfedilen içeriğin izini sürmek, kadınlığın nerede, ne şekilde konumlandırıldığını irdelemek, kadın özgürlüğünün nasıl yorumlandığını incelemek, kuşkusuz ki kadın-erkek karşılaşmalarında “yoldaşlık” deneyimine uzanan dönüşümsel değişim sürecinin bilinçli yönetimini kolaylaştırıcı olacaktır.

Gündelik yaşamda fark edebildiğimiz bir gerçeği, yapılan araştırmalar da kanıtlar niteliktedir; “erkek” kimliği kendini kanıtlama mücadelesi sırasında biçimlenir. Ve görünen odur ki, erkekler kendilerini salt kadınlara değil, aynı zamanda güce dayalı ilişkilerinde hemcinslerine karşı da ispat etme zorunluluğu hissetmektedirler. Bu bakış açısıyla, denilebilir ki sürekli sınama-sınanma mücadelesi içindedirler. Bu mücadele, davranışsal düzlemde kadını değiştirme çabasına bürünen erkeğin sözel ifadelerinde çoğu zaman “benim istediğim kadın olabilmen…” sözcükleri ile ses bulur. Oysa, bu dayatmacı söylemler içinde kıvranarak, imkansız düşün peşine düşen erkeğin, sözlerinin ardına saklanmış gereksiniminin seçtiği kadın tarafından kabul görme ihtiyacı olduğunu görmek pek de zor olmasa gerek.

Yerkürede yaşam süren kültürlerin yaygın kabulünün dikkate değer yanı, hayat arkadaşı olma teklifini erkeğe bırakırken, teklifin ritüelini onun kadının önünde diz çökmesi ile simgeleştirişleridir. Bu bir anlamda, gerçek bir buluşma için gücün odağına yerleştirilen eril prensibin attan inişiyle dişil prensip ile eş zemine basması gereğine işaret etme, önünde diz çökerken eşiti olanın büyüklüğünü fark edişine davet sunma olarak değerlendirilebilir. Görünen o ki, eş olabilmenin vazgeçilmez iki temel dayanağı, çağlar boyu, derin kavrayışın önemli aracı olan “eyleme” etkinlikleri, farklı söyleyişle ritüeller aracılığıyla teşvik edilmiş, korunmak istenmiştir.

Benzerlik ve farklılıklarla can bulan, sevgi dolu günler olsun!..

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Dr. Çiğdem Öner - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.