BİR ASIR SONRA YENİDEN

Osmanlı devleti çöküş ve dağılma dönemine girdiği 19 y.yıldan itibaren cephelerden gelen bozgun haberlerini tersine çevirmek, devletin birliğini korumak, eski ihtişamlı günlerine geri dönmek için Osmanlı aydınları çeşitli reçeteler üzerinde duruyorlar ve saraya layihalar sunuyorlardı. Çağı anlamayan ve çağı okumaktan uzak bu aydınlar genelde geriye özeniyorlar ve o günlere dönüşü salık veriyorlardı. Koçi Bey gibi ciddi tekliflerle gelen bazı aydınların getirdikleri de devletin asli unsuruna şaşı bakması nedeniyle dikkate alınmıyordu. 1789 Fransız ihtilâlinin getirdiği milliyet duygusu Osmanlı sosyal yapısını sarsmış, temeline konulmuş dinamit etkisi yaratmıştır. Önce Balkanlarda sonra imparatorluğun emperyalizme açık uzak bölgelerinde Osmanlı Devletinden ayrılma amacını taşıyan ayaklanma ve isyan hareketleri başlamıştır. Bilhassa Hıristiyan tebaamın yoğunluklu olduğu bölgelerde Rusya, İngiltere, Avusturya ve Fransa’nın destekleriyle bu ayaklanmalar Devlet-i Âli’yi hazırlıksız yakalamış ve zor durumda bırakmıştır.

Osmanlı aydınları bu felaketli gidişi durdurmak, Osmanlı toplumunda birlik ve bütünlüğü sağlamak amacıyla adına OSMANLICILK denilen toplumsal bir projeyle bütün Osmanlı tebaasını Osmanlılık ortak paydasında birleştirme politikasını uygulamaya koymuştur. Dil, din, mezhep, renk ve ırk farkı gözetmeksizin imparatorluk sınırları içinde yaşayan herkesi Osmanlılık potasında birleştirme ve yapay bir Osmanlı milleti ihya etme amacına yönelik bu proje devletin resmi politikası olarak kabul görmüştür. Vatan ve hürriyet şairimiz Namık Kemal bir şiirinde yeni milliyetimizin adını büyük bir tutku ile dile getirmiş ve şöyle demiştir. “Kavgada şahadetle kâm alırız biz,/ Osmanlılarız can veririz, nam alırız biz.” Güya biz kendimizin Türklüğünü ifade etmezsek bundan diğer toplumlar rahatsız olmazlar ve Osmanlıdan ayrılma niyetlerinden vazgeçmiş olurlar. Ancak kısa süre sonra görüldü ki başta Yunan ve Sırplar olmak üzere Hıristiyan topluluklar “Düveli muazzama” diye bilinen İngiltere, Rusya ve Fransa’nın kışkırtma ve destekleriyle isyan etmişler; sonra da Osmanlıdan bağımsızlıklarını kopartmışlardır. Bu durum diğer Hıristiyan toplulukları için örnek olmuş, onlar da Osmanlıdan aynı yolu takip ederek ayrılmışlardır. Osmanlıcılık projesi Osmanlı Devletinin çöküşünü durdurmayacağı uygulamada görülünce bu sefer yeni bir sosyal bütünlük projesi uygulamaya sokulmuştur.

Bu sosyal bütünlük projesinin adı İSLÂMCILIK olarak siyasi tarihimize girmiştir. Hıristiyan toplumların Osmanlıdan birer, birer ayrılmasından sonra Osmanlı toplumu büyük oranda Müslüman milletlerin oluşturduğu bir toplum haline gelmişti. Bu Müslüman topluma dayalı bir devlet olarak ayakta kalabilmek için İslâmcılık projesi devletin resmen sarıldığı bir can simidi gibiydi. Sultan Abdülhamit bu projenin inanmış en tepedeki baş mimarıydı. Bu projeye zarar verecek ve akamete uğratacak her siyasi düşünce devletin takibatına maruz kalıyor, mensupları sürgüne gönderiliyordu. 31 Mart vakası sonrası Sultan Abdülhamit’in halli bu projenin devlet hayatındaki gücünü zayıflattıysa da uygulama devam etti. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Harbine Almanya’nın yanında katılınca, Sancağı Şerif’i (Peygamber Sancağı) açmış, bütün Müslüman toplumlarını kendi yanında savaşa davet etmişti. Başta Araplar olmak üzere İslâm toplulukları bırakın Osmanlının yanında savaşa katılmayı, İngilizlerle işbirliği yaparak ordumuzu arkadan vurmuş ve Osmanlı Devletine ihanet etmiştir. Böylece İslâmcılık projesi de akamete uğramış ve çökmüştür.

Savaşın sona ermesiyle koskoca imparatorluk parçalanmış, içinden galip devletlerin verdikleri sözler doğrultusunda sınırları masa başında belirlenen ve kendilerine bağımlı onlarca aşiret devleti kurulmuştur. Anadolu’da ise asırlarca yan yana yaşadığımız bazı azınlıklar yine galip devletlerin kışkırtmaları sonucu silaha sarılmış, bizi kendi vatanımızda vatansız toplum yapma gayretine düşmüşlerdir. Tam bu zamanda genç tıbbiyeliler, genç subaylar az sayıdaki Osmanlı aydınının kalbinde yer tutmuş, yeni bir toplumsal proje gündeme gelmiş ve siyasi tarihimizde adına TÜRKÇÜLÜK denilen bir düşünce halkımızın milli heyecanlarına tercüman olmuştur.

Osmanlının külleri içinden Türklüğe dayalı milli bir devlet kurmak için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının etrafında toplanan milletimiz, bütün cephelerde düşmanı susturmuş, düşman işgaline son vermiş ve Lozan antlaşmasıyla bütün dünyanın sınırlarını tanıdığı millet esasına dayalı genç Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Bu yeni cumhuriyet mirasçısı olduğu Osmanlının Toplumsal projelerini reddetmiş, Osmanlıcılık ve Siyasal İslâmcılık bir daha gündeme gelmemek üzere rafa kaldırılmış, daha doğru bir ifadeyle devletin arşivine havale edilmiştir. Böylece çok dilli, çok dinli, çok milletli, Osmanlı devlet ve toplumsal yapı terk edilmiş; Türk Milletine dayalı Türkiye Cumhuriyeti milli bir devlet olarak milletimizin uzun tarihinde millet ismiyle müsemma ikinci bir devlet olarak şanlı tarihimizin altın sayfalarındaki yerini almıştır.

Günümüz iktidarının söylem ve uygulamaları önceki cumhuriyet uygulamalarından farklılık göstermektedir. Sanki “Siyasal İslâmcılığı” çağrıştırmakta, milliyetçiliğe hele de TÜRKÇÜLÜĞE “Ayaklar altına alacak” derecede karşı görünmektedir. Bu politikası bölücü terörle mücadelesinde açıkça ortaya çıkmış, devletin birlik ve bütünlüğünü risk eden uygulamalara fırsat vermiştir. Siyasal ve tarihi tecrübelerden ders çıkarmamış bu mücadele stratejisinin, devletin bütünlüğünü tehlikeye götürdüğü anlaşılınca, cumhuriyet tarihimizin en zor kararı alınarak emperyalizmin desteğindeki terör güçlerine doğrudan silahlı müdahale yapılmıştır. Ülkemizin bu haklı ve hayati müdahalesi karşısında en azından siyasal destek bekledikleri Arap ülkeleri, Batı ile birlikte karşımıza çıkmış, bize ihanet etmekten zerrece çekinmemiştir. Böylece bir asır sonra “siyasal İslâmcı politikaların” çıkmaz sokak olduğunu bir kez daha yaşayarak anlamışlardır.

NOT: Bu konuda söylenecek çok şeyler var. Konu bu kadar kısa geçiştirilemez. Önümüzdeki haftalarda bu önemli konuya devam edilecektir. Cumhuriyet Bayramımızın 96. Kuruluş yıl dönümü kutlu olsun. Cumhuriyetimizin milletimizle birlikte ebediyete kadar yaşamasını ALLAH’TAN niyaz ederim.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Hasan Dinç - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.