Röportaj: Faruk Çidem
Faruk Çidem - Ferit Bey bir hukukçu olarak 17 Aralık operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ferit Atalay: 17 Aralık operasyonu aslında daha önce başlayan bir soruşturmanın aleni hale gelmesiydi. 17 Aralık operasyonu kamuoyuna yansıdığı kadarıyla büyük bir yolsuzluk operasyonu olarak ortaya çıktı. Bu operasyon Türkiye’de pek çok şeyin değişmesine vesile olmuştur. Neden derseniz; çünkü 17 Aralık soruşturmasını yapan ekip, gerek adli kolluk gerekse savcılar benzer birçok operasyona, hatta kamuoyunda Silivri davaları dediğimiz Balyoz, Ayışığı, Ergenekon vs. davalarında aynı zamanda cumhuriyet savcılarıydı. Savcılar bu soruşturmaları yaparlarken başbakan “ben Ergenekon’un savcısıyım” diyerek bu soruşturmalar konusunda savcılara son derece özerklik tanımış ve savcıların işine karışılmaması gerektiğini söyleyerek kimseyi karıştırmamıştı. Ama ne zaman 17 Aralık soruşturması başladı, bu savcılar bir anda tu kaka ilan edildi. Yani soruşturma hükümetin bakanları ve çocuklarına ulaşmaya başlayınca bu savcılar paralel devletin kurucuları, savcıları, cemaatin savcıları olarak suçlandı. Bana sorarsanız o savcılar, Zekeriya öz ve o ekip ne dün doğru yapıyordu ne de bugün doğru yapıyor.
F.Ç. - Ergenekon davaları savcılar tarafından düzgün bir şekilde işletilmedi mi?
F.A. - Kesinlikle işletilmedi. Yani o dönemde paralel devlet diye adlandırılan devletin basını, cumhuriyet savcıları, adli kolluğu, gazeteler yayınlanıyordu. Filanca tutuklanacak filanca gözaltına alınacak diyerek. Böylesine aleni olarak adil yargılama hakkı ihlal edilmişti. Vatandaşlar mahkemelere çıkmadan peşinen mahkum edilmişti. Sanki birer suçlu gibi kamuoyunun önüne atılmışlardı. O günlerde bunları yapanlar bugün 17 Aralık soruşturmasına başlayınca birden bire hukuksuz, yolsuz olarak kamuoyuna teşhir edilmeye başlandı. Bu Türkiye’de yargının içinde bulunduğu açmazın tipik bir örneği. Dünyanın hiçbir yerinde yargı böylesine aleni, herkesin müdahalesine açık bir şekilde katiyen çalışmaz.
F.Ç. - Gizli soruşturma ne anlama geliyor, 17 Aralık operasyonunda savcıların üstlerine bilgi vermediğinden bahsediliyor…
F.A. - Türkiye de CMK gereği hazırlık soruşturması gizlidir. Bu soruşturma cumhuriyet savcısı tarafından yürütülür. Cumhuriyet savcısının bunu hiç kimseye haber verme zarureti yoktur. CMK’da tahkikatın gizli olacağı belirtiliyor. Cumhuriyet savcısının amiri konumunda olan yani idari amiri olan Cumhuriyet başsavcısına bilgi verilir. Ama bu bilgi soruşturmanın özü ve niteliği ile ilgili değildir. Savcı yürüttüğü tahkikatla ilgili gizli belgeleri hiç kimseyle paylaşmak zorunda değildir. Nitekim bununla ilgili olarak adli kolluk yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı. Mülki amire (kaymakama, valiye) bildirim mükellefi getirildi. Ancak Danıştay bunu şimdilik durdurdu. Gelinen nokta itibariyle HSYK’da yapılan değişikliklerle 17aralık soruşturmasının kendilerine uzanacağından endişe eden siyasi iktidarı paylaşan bir grup bu soruşturmayı etkisiz hale getirmek, üstünü örtmek, üstünü örtemediği takdirde de HSYK’da yapacağı değişikliklerle kendi soruşturmalarını yapacak kişileri yerleştirmeyi amaçlıyorlar. HSYK’da yapılması istenilen değişikliklerin özü budur.
F.Ç. - Soruşturmayı yürüten savcıların görevden alınması, emniyet müdürlerinin yerlerinin değiştirilmesi ne anlama geliyor? Vatandaşlara bir korku mu salınmak isteniyor?
F.A. - Şunu kesinlikle söylemek lazım. Türkiye’de yargı ve emniyet verdiği görüntü itibariyle demokratik bir Türkiye’nin yargısı ve emniyeti olmaktan çok uzak. Türkiye’de yargı ve emniyet 5. Sınıf bir yargı ve emniyet durumunda. Yani bir şark ülkesi yargısı, emniyeti görüntüsü veriyor. Bu çok içler acısı bir durum. Çünkü yargı görevini yaparken millet adına yargılama yapar. Yani egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyorsak, hukuk devletinin olmazsa olmazı yargı bağımsızlığını biz her şeyin üstüne koymak zorundayız. Ama ne yazık ki bugün yargı senin yargın benim yargıma dönüşmüştür. Nitekim başbakan çok açıkça ikrar ediyor. Diyor ki “paralel devlet yapılanması var yargıda” ama bunları söyleyen başbakan 11 yıldır iktidarda ve çok güçlü bir başbakan, her şeye uzanan her şeye hakim olan birisi. Bugüne kadar ucu kendilerine dokunmadığı için bu paralel devlet yargısı olarak adlandırdıkları, cemaat yargısı olarak adlandırılan bu yargıya bugüne kadar göz yumdular. Hatta başbakan “ne istediler de vermedik bugüne kadar” dedi. Şimdi eğer böyle bir paralel yapılanma varsa bu hukuk devletine son derece aykırıdır. Dolayısıyla dün bu yapılanmaya tahammül edenlerin bugün soruşturma kendilerine yöneldiği zaman şikayet etmeye hakları yoktur. Burada yapılacak şey çok basittir. Senin yargın benim yargım, senin emniyetin benim emniyetim demeden, çağdaş bir hukuk devletine yakışır biçimde yargıya karışmamaktır. Türkiye’de gerçekten çok köklü bir yargı geleneği vardır. Çok köklü bir cumhuriyet savcılığı geleneği vardır. Çok ciddi hakimler, savcılar, barolar vardır. Hukuk sistemi yabana atılmayacak kadar 80 yıllık özlü bir hukuk sitemi vardır. Sadece gölge etme başka ihsan eylemez. Bu çalışacak olan yargıya müdahale etmesinler. Müdahale edilmediği zaman yargı tarafsız ve objektif çalışır çok iyi kararlar verir ve vermiştir de. Yargıya müdahale ettiğiniz zaman beşinci sınıf bir demokrasi olursunuz.
F.Ç. - Peki bu çok köklü yargı bugüne kadar basına da yansıyan bazı hukuksuzluklarda neden büyük hamleler yapmadı, soruşturmalar yürütemedi? Bu yargı hangi evrelerden geçerek bu hale geldi?
F.A. - Öncelikle ne yazık ki yargı 2001-2002 yıllarından itibaren ele geçirilmeye, fethedilmeye çalışıldı. Hakimlik ve savcılık sınavından başlayarak, hakimlik mesleğine kabul edilen kişiler için sözlü sınav getirilmesiyele birlikte siyasal iktidar düşünsel olarak kendisine yakın kişileri hakimlik ve savcılık mesleğine monte etmeye başladı. Ve Türkiye’de çok değerli hakimler savcılar olmasına rağmen bunlar dışlandı. Çok önemli yerlere, adalet bakanlığının kilit noktalarına önce iktidara yakın düşünen savcı ve hakimler taşındı. Kendilerine uygun bir kadrolaşma yapıldı burada. Bununla da yetmiyormuş gibi 12 Eylül referandumuyla birlikte HSYK’nın yapısı değiştirildi. Ben 30 yıldır bu mesleği yapıyorum. Barolar olarak yıllardır bağırıyoruz, HSYK’dan bakan çekilmelidir. Başbakanın müsteşarı çekilmelidir. HSYK’da bakan veya müsteşar olduğu sürece bu kurumun bağımsızlığından söz edilemez. Sanki biz bunu hiç söylemiyormuşuz gibi 12 Eylül referandumunda yetmez ama evetçiler’in de desteğiyle bu meşru hale getirildi.
Bugün HSYK adalet bakanlığının bir şubesi haline getirilmiştir. Kurula egemen olan tamamiyle bakanın kendisidir. Bu da yargı bağımsızlığını ortadan kaldırıyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldıran bir şeydir bu. Bugün yasama ne yazık ki yürütmenin emrinde. Siz eğer yargıyı da yürütmenin emrine verirseniz ki veriyorsunuz bu HSYK değişiklikleriyle. O zaman otoriter bir yapılaşmaya gidilir. Ne yazık ki Türkiye’deki durum son derece vahimdir. Bu 20. Sınıf bir demokrasidir.
F.Ç. - HSYK’nın görevi nedir? Yapılması planlanan değişikliklerle HSYK’da neler değişecek?
F.A. - Türkiye’deki HSYK’nın geçmiş dönemlere nazaran budanmış da olsa ciddi yetkileri, hakimler ve savcılarla ilgili düzenleme yetkileri vardı. Örneğin Türkiye’de hakimlerle ve savcılarla ilgili teftiş kurulu soruşturmaların yapılması falan HSYK’ya bağlıydı. Bir kısım görevlendirmeler, başsavcıların atanması, ağır ceza savcılarının atanması gibi çok önemli konularda yetkiliydi. Şimdi bu yetkilerin tamamı HSYK’dan alınıyor ve Adalet bakanlığına bağlanıyor. Adalet bakanı kurulun başkanı haline getiriliyor. Özetle HSYK’nın özerkliği tamamen ortadan kaldırılarak idari bir birim haline getiriliyor. Bağımsız olması gereken bir kurum adalet bakanlığının bir şubesi haline gelmiş oluyor. HSYK’da yapılması istenilen değişikliğin anayasa mahkemesinden döneceğine kesinlikle eminim.
F.Ç. - Anayasa’da HSYK’yı koruyan ya da düzenleyen bir yasa var mı?
F.A. - Anayasanın 2. Maddesi Türkiye cumhuriyeti laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir diyor. Anayasanın birçok yerinde yargı bağımsızlığından söz ediliyor. Bu düzenleme anayasanın 2. Maddesine aykırı, yargı bağımsızlığına aykırı… Bunun anayasa mahkemesi tarafından iptal edileceğini düşünüyorum. Ama burada çok önemli bir nokta var. Anayasa mahkemesinden geri dönse bile bu yasa, anayasa mahkemesi kararları geriye yürümediği için, o davanın devam ettiği sürece HSYK’yı ele geçiren hükümet kritik davalarda kendine yakın kadroları atayacaktır. nerede yapacaktır bunu; izmir’de açılan gümrük yolsuzluğunda açılan davada yapacaktır. 17 Aralık soruşturmasında yapacaktır. Bunun için 3-5 günlük bir süreç dahi yeterlidir.
F.Ç. - Peki, Cumhurbaşkanı’na da sunulacak bu değişikliğin geri gönderilmesi söz konusu mudur?
F.A. - Tabiî ki HSYK ile ilgili bir değişikliği cumhurbaşkanı onaylayabilir yada tekrar görüşülmesi için meclise geri gönderebilir. Çağdaş hukuk devletinde cumhurbaşkanı bir uzlaştırıcı, hakem gibi yürütmenin çok ciddi bir parçasıdır. Ama benim bundan umudum yok çünkü 12 yıllık iktidarın uygulamaları cumhurbaşkanından hiç dönmemiştir.
F.Ç. - Ömer Faruk Eminağaoğlu’na yapılan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
F.A. - Eminağaoğlu’na yapılan saldırıyı çok kaygı verici olarak görüyorum. İşin en acı tarafının da bu saldırıyı yapan kişinin de bir hukukçu olması. Eminağaoğlu hakimler ve savcılar yasası ile ilgili komisyon görüşmeleri sırasında komisyona bir dilekçe veriyor. Sendika başkanı olması olmaması çok önemli değil. Normal bir vatandaş olarak da komisyona dilekçe verebilir. Davet edilmeden gitmiş olsa bile komisyonun yapacağı şey bu dilekçeyi alıp –ki bu dilekçeyi veren sıradan bir kişi değil. Kendisiyle ilgili verilecek olan bir karara alternatif bir öneri sunmaya çalışan bir yargıç- usul hukuku kuralları çerçevesinde dilekçesini işleme koyarsınız y ada koymazsınız. Eğer Eminağaoğlu’nun komisyonda davranışları aykırıysa, çağırırsınız kolluk gücünü kendisini usulünce dışarı çıkarırsınız. Ama TBMM çatısı altında bunların hiçbirisi yapılmamış, tam bir hukuksuzluk örneği yaşanmış, siyasal iktidara mensup bir milletvekili tarafından fiziki saldırıya uğramış ve şiddet görmüştür. Bunun miktarı önemli değildir. Ne kadar yaralandığı falan tartışma konusu değildir. Önemli olan bunun TBMM çatısı altında olması, bir yargıca yönelik olması, o yargıçla ilgili yasa tasarısı görüşülürken olması. Türkiye’deki hukuk adına gerçekten üzüntü verici, ağır kaygı veren bir davranıştır. Ben bunu bir baro başkanı ve hukukçu olarak şiddetle kınıyorum.
F.Ç. - Son dönemde çeşitli operasyonlarla tutuklanan, adliyelerde polis tarafından darp edilen, kapıları kırılarak bürolarında aramalar yapılan avukatlar var. Savunma makamına yapılan bu tür olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
F.A. - Avukatlık mesleği yargının olmazsa olmaz kollarından birisidir. Çünkü yargı üçlü bir saç ayağıdır. Birincisi iddia makamı, ikincisi karar makamı, üçüncüsü savunma makamıdır. Bu üç unsurdan bir tanesini yargıdan çektiğiniz zaman yargı topal kalır. Savunma olmadan bir yargının varlığını düşünemezsiniz. Ancak ne yazık ki özellikle bu Silivri davaları süreciyle birlikte Türkiye de özel yetkili mahkemelerin kurulmasıyla ihdas edilen yargılama usulleri, savunmayı tamamen ötelemek amacıyla, savunmayı yargının dışında tutarak, olmasa da olur zihniyetiyle kurgulanmış bir yargılamadır. 10 yıldır böyle bir yargılama söz konusudur. Avukatların mahkemelerde savunma hakları kısıtlanmakta, avukatlar şiddete maruz kalmakta, savunma hakkını kullandıkları anda sarfettikleri sözler ile her an aleyhlerinde dava açılmakta, büroları hukuksuz bir şekilde aranmakta, tutuklanmakta ve gözaltına alınmaktadır. Avukatlık mesleği itibarsızlaştırılmaktadır. Batıda en itibarlı iki meslek vardır. Birisi doktorluk diğeri avukatlık. Çünkü ikisi de insan hayatıyla ilgilidir. Avukatlık bir insanın özgürlüğü ile ilgilidir. Ama Türkiye’de avukatlık mesleği yasalarda yapılan değişikliklerle, avukatlar savunmadan dışlanmak istenmektedir. Avukatın savunmadan uzaklaştırılması totaliter bir yargının önünü açar. Dolayısıyla biz her halükarda savunmayı güçlendirmek zorundayız. Bugün HSYK ile ilgili anti demokratik bir değişiklik görüşülürken biz barolar olarak hakim ve savcıların umudu durumuna dönüştük. Düne kadar bizi duruşmalarda çok konuştu gerekçesiyle, savunma hakkını kullanırken bizim savunma hakkımızı kullanan bir takım merciler bugün hakim ve savcıların bağımsızlığı giderken imdat diyorlar, bizden yardım istiyorlar. Biz bu yardımı vermek zorundayız. Biz hakim, savcı, avukat ayrımı içinde değiliz.
Şu an yüzlerce avukat tutuklu, Çağdaş Hukukçular Derneği avukatları tutuklu. Bu avukatların suça bulaşıp bulaşmadıkları yargılamanın konusudur. Ama hatırlarsanız o avukatların büroları nasıl arandı. Kapıları kırılarak arama yapıldı. İtfaiye merdivenleri kurularak bürolarına girildi. Oysa bir avukatın bürosunun nasıl aranacağı kanunlarla belirtilmiştir. Hukuk tamamen göz ardı edilerek aramalar yapıldı.
F.Ç. – Teşekkür ederim…
Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.