DİNLEME, ANLAMA, DENEYİM ÜZERİNE..

Sesleri anlama dönüştürmek…

Bir olay, içinde yaşayan insan sayısınca yorum…


Yapılan araştırmalara göre, çoğumuz bize söylenenin ancak % 45’ini duyuyor, bunun da ancak % 50’sini anımsıyoruz. Bu demektir ki; en iyi ihtimalle söylenenin ancak % 25’ini hatırlayabiliyoruz. Ayrıca, ilgili verilerden yola çıkıldığında anlaşılan o ki “dinlemek insanı her zaman anlamaya götürmüyor.”


Dolayısıyla, bir dinleyici olarak her zaman duymak istediğimiz, duyduğumuz, anladığımızı sandığımız ve anladıklarımızın arasında farklar olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.


Öte yandan, yaşamın bir ilişkiler ağı olduğunu kabul edecek olursak; “Yalnızca kendi deneyimlerimizden yola çıkarak yorumlamaya çalıştığımız gündelik yaşamın, bizleri etkin ve yetkin ilişki eşleri kılacağı söylenebilir mi?..” sorusu ister istemez gündeme geliyor. Nitekim, yalın bir gözlem de dahi, bu durumun pek de mümkün olamayacağını görebilmek olası. Çoğunlukla, çevrenin oluşturduğu en küçük halkada dahi bireylerin kişisel tecrübelerine sıkı sıkı tutunarak iletişme çabalarının sonuçsuz kaldığını izliyoruz. Hatta, kişilerin hiç kimsenin kendilerini anlamadıklarından şikayet ettiklerini, kimsenin kimseye inancının kalmadığını dile getirdiklerini duyuyoruz.


Toplum içinde var olmaya çalışırken diğerlerinin yaşam görgülerini, deneyimlerini onurlandırmadıkça gelişimin söz konusu olamayacağını elbet ki biliyoruz. Ne var ki, etkileşim anında sürekli hareket halindeki düşünce ve duygu akımları ve geçmişten gelen deneyim kalıpları bizleri zaman zaman da olsa kendi zihin hapishanelerimizin ardında saklı tutmaya, yalnızlaştırmaya devam ediyor.


Bu yalnızlaşmanın ve kapıları kendi üzerimize doğru kapama yöneliminin en önemli sebeplerinden biri tarafların iletişim tarzlarındaki farklılıklardır diyebilir; bu farklılıkların daha çok tarafların bireysel ve kültürel girdilerinden, fizyolojik ve psikolojik yapı farklılıklarından, aktarılan iletideki ve iletinin aktarılacağı kanal seçimindeki tercihlerden kaynaklandığına vurgu yapabiliriz. Diğer yandan, iletişimin etkileşimsel bir süreç olduğu gerçeğinden hareketle birbirinin peşi sıra akan iletileri kavramanın en önemli unsurunun dinleme ve dinleneni anlamlandırma becerisi olduğuna işaret edebiliriz. Hal böyle olunca nasıl dinlediğimiz, nasıl bir dinleyici olduğumuz da önem kazanır.


İletişim konusunda yürütülen çalışmalar incelendiğinde dinleme daha doğru deyişle dinleyici biçimlerinin aşağıda belirtilen sınıflamada ele alındığı görülüyor;


-Görünüşte Dinleyen: Dış görünüşüyle dinliyormuş gibi izlenim yarattığı halde kişi iç dünyasında bambaşka bir yerdedir. Ya da kafasında konuşanın söylediklerinden daha önemli bir konu vardır.


-Seçerek Dinleyen: Anlatılanların sadece kendi ilgi alanına giren kısımları dinlemektedir.


-Saplanmış Dinleyici: Aktarıcı ne söylerse söylesin ondan kendi zihninde varolanı söz gelimi bir espri, gülünecek bir şey çıkarma isteği ya da farklıca her kelimeden hüzünlü anlamlar çıkarma çabasının yoğunlaştığı dikkat çeker.


-Savunucu Dinleyici: Ne duyarsa duysun her söyleneni kendine yönelmiş bir saldırı sayarak hemen karşı savunmaya geçme eğilimi izlenir.

-Tuzak Kurucu Dinleyici: Hiç seslerini çıkarmadan dinlemeyi seçtikleri görülür. Dinledikleri bilgiden yararlanarak karşıdakini zor duruma bırakacak fırsatlar yakalamaya çalışma gayretleri, hata bulmak, açık arama, eksiklikleri ortaya çıkarma yönelimleri ayırt edilir.


-Yüzeysel Dinleyici: Konuşanın kullandığı kelimelerin yüzeyinde kalan, sözlerin altında yatan asıl anlama ulaşamayan dinleyici tipidir. Kelimelerin manasını duydukları şekilde kabul eder, söyleneni ciddiye alırlar.


-Aktif Dinleyici: Bir kimseyle konuşurken, konuşanın söylemek istediği ile kendi anladığının aynı olup olmadığını anlamaya dönük tekrarları, “geri-iletim” i önceliklendiren dinleme türüdür.


Tüm bunların ışığında duyma, dikkat, anlama ve anımsama olmak üzere dört bileşen üzerine kurulu dinlemeyi etkin bir deneyime ulaştırmanın temel unsurlarını birlikte yeniden hatırlayalım; dinlerken eş zamanlı olarak konuşmamak, dinlemeye odaklanmak, sözü kesmemek, göz teması kurmak, empatik yaklaşım, sadece kelimeleri değil, kaynağın düşüncelerini de anlamaya çalışmak, iyi anlaşılmayan konuları not almak, aydınlatmak, kaynağın nasıl anlattığından çok, ne anlattığına bakmak, dinlerken zaman zaman tekrarlar yapmak, anlaşılmadığında soru sormak, yorum yapmak ve konuyu netleştirmek.


Birbirini anlama üzerine kurulu aydınlık ve hoşnutluk dolu deneyimler olsun!..

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Dr. Çiğdem Öner - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.