İnsan Hayatına Dokunmak

Son haftalarda karşılaştığım, sohbet ettiğim insanların çoğu bana “İnsan hayatına dokunmak” ile ilgili sorular yöneltiyor. Fuarda tanıttığım kitabımı okuyanlar veya söyleşide dinleyenler benim ne demek istediğimi zaten biliyorlar. Bunun dışında kalanlar ise gördükleri yerde, caddede yürürken veya pazarda alışveriş ederken rastladıklarında konuyu açmamı istiyorlar.

Şimdi sizlere kitabımdan da alıntılar yaparak bir insana bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya kasıtlı olarak nasıl dokunulduğunu ve bu dokunmanın sonucu olarak o insanın nelere maruz kaldığını anlatmaya çalışacağım.

1963 yılı ortalarında ortaokulu bitirmiş ve babam da üç sene önce vefat ettiği için gelecek kaygılarına kapılmış, geniş hayal gücüne sahip bir çocuktum. Sürekli bir çıkış kapısı aramaktan yorulmuş, sonunda kaderime razı olmuş bir şekilde her gün trenle Çaycuma’dan Zonguldak’a Mehmet Çelikel Lisesi’ne giderken tesadüfi olarak Almanların 14-16 yaş gurubunda ortaokul mezunu çocuklar aradığını duymuş, bütün hayallerimi, geleceğimi bu umuda bağlamıştım.

Resmi işlemler tamamlanmış, geriye sadece İstanbul Tophane’de yapılan muayeneler kalmıştı. O güne dek, ufak tefek üşütmeler hariç, hiç sağlık sorunlarım olmamıştı. Buna rağmen hayallerimin önündeki tek engel bu olduğu için heyecanla beklemeye başlamıştım. Muayeneler peşi sıra yapılmış ve sonunda tansiyon ölçümlerine gelinmişti. O güne kadar hiç tansiyonum ölçülmediği için kola sarılan manşonun ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktor hava verdikçe manşon canımı acıtıyor, korku ile karışık heyecan içinde işlemin bitmesini bekliyordum. Bir müddet sonra koluma sardığı manşon gevşedi. Doktor kağıda bir şeyler yazıp bana uzattı. Hemen yanımızda bulunan ince, uzun boylu birisine bir şeyler söyledi. Bu arada üç beş kelime Almanca bilmeme rağmen dediklerini anlamamıştım.

-“Sen gitmiyorsun, burada kalıyorsun!” dedi ince, uzun boylu adam.

O an sanki dünya başıma yıkılmıştı. Doktor sıradakini muayene etmeye başlamış, ben ise elimde kağıt, çaresizlik içinde kalakalmıştım.

-“Sende yüksek tansiyon var. Bunun için gidemiyorsun!” dedi ince, uzun boylu adam.

Odadan çıkıncaya kadar kendimi zor tuttum. Kapıyı arkamdan kapatıp insan selinin olduğu koridorda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ben mutlaka okumalı ve mühendis olmalıydım. Şimdi nasıl geri dönerdim? Herkes benim için “Çürük çıktı!” diyecekti. İşte hıçkırıklara boğulmuş haldeyken merdivenlere yaklaştığımda hiç tanımadığım bir adam beni omuzlarımdan tuttu;

-“Ne oldu? Niye ağlıyorsun?” diye sordu. Başımı bile kaldırmadan ona cevap verdim;

-“Ben Almanya’ya gidecektim. Orada okuyup mühendis olacaktım. Ama bende tansiyon varmış! Bu yüzden bana gidemeyeceğimi söylediler.” Adam elimdeki evrakları aldı, bakıp geri verdi ve sonra bana;

-“Burada bir değil iki tane Alman doktor var. Sen bir de ötekine git!” dedi.

Birden kendime gelmiş ve oda oda ikinci doktoru arayıp en üst kattaki odasında bulmuştum. Odasında dinlenmeye çekilmişti. Bildiğim üç beş kelime ile mühendis olmak için Almanya’ya gitmek istediğimi fakat geri çevrildiğimi anlatabilmiştim.

Bu yaşlı doktor beni geri çevirmemiş, dinlemişti. Sonra elimdeki kağıdı alıp okumuştu. Bir müddet sonra bana, biraz da vücut dilini kullanarak, aşağıya inmemi, bir limon bulup yıkamamı, onu kabuklarıyla yememi ve sonra da tekrar onun yanına gelmemi söyledi.

Dediklerini büyük bir hızla yerine getirdikten sonra soluğu onun yanında aldım. Biraz dinlenmemi sağladıktan sonra tansiyonumu ölçtü.

Eline kırmızı yazan bir kalem alıp önceki imzanın üzerine çarpı işareti koydu. Sonra yan tarafa okuyamadığım bir şeyler yazdı.

Ardından bana sol eliyle kağıdı verirken sağ elini uzattı ve söyle konuştu;

-“Şimdi söz ver bakalım! Almanya’ya gideceksin ve mühendis olacaksın!”

İşte bu bir saatlik zaman diliminde 3 kişi hayatıma dokunmuş ve bana ömrümün en büyük gel-gitini yaşatmıştı. Ve bu 3 kişiden hiçbiri beni tanımıyordu. Ne kimliğim, ne kişiliğim ne de hayattan beklentilerim hakkında bir bilgileri vardı.

İlk doktor muayene sırasında benim ruh halimi, heyecanımı belki de anlık verdiğim refleksi dikkate almamış, sadece elindeki aletin göstergelerine bakarak, belki de istemeyerek veya ilgisizlikten tüm hayallerimi yıkmış, beni eğitimsizliğe, fakirliğe mahkum etmişti.

Yüzünü bile görmediğim, tanımadığım bir insan benim hıçkıra hıçkıra ağladığımı görmüş, vicdanının sesine uyarak benimle ilgilenmiş, en azından neden ağladığımı merak etmişti. Bu arada bana hayati bir bilgi vermiş dikkatimi ikinci doktora çekmişti.

İkinci doktor, dinlenme sürecinde olmasına rağmen benim zar zor anlattıklarımı dinlemiş ve muayeneyi atlatabilmem için bana bir yol göstermişti. Sonrasında ise meslektaşının kararını yok saymak pahasına onun imzasını iptal etmiş ve benden söz alarak bana mühendislik yolunu açmıştı.

Ben ise bu kısa süre içeridinde hayatıma dokunuşlardan 2:1 galip çıkmış, o yolculuktan yıllar sonra yüksek maden mühendisi olarak ülkeme geri dönmüştüm.

İşte hiç bir bedel ödemeden, sadece doğru zamanda doğru hamleyi yaparak bir insanı hayata döndürmenin yolu bu dokunuşlardır.

Ve ben, benim hayatıma pozitif dokunan insanlara hürmete, her yerde ve her fırsatta insanlarımızın hayatına dokunmaya devam ediyorum.

Umarım sizlerde bundan böyle daha dikkatli olur, birilerinin yanlış dokunuşlarını da telafi etmek adına, yurdumun güzel insanlarının hayatlarına pozitif dokunursunuz.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Oral Yılmaz - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Bolu Olay Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Olay hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Olay editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Olay değil haberi geçen ajanstır.