İSLAM’DA İMAMET (HİLAFET) SORUNU (I)

Uzun zamandır gündemimde olan bu konuyu ne zaman yazmaya niyetlensem bir başka konu ile karşılaştım. Zamanı dikkate aldığımda bu konuyu hep ertelemek durumunda kaldım. Ancak son günlerde camilerde konuşan bazı görevliler saltanatın lağvedilmesi ve hilafetin kaldırılmasını konusunu ele alarak cumhuriyetimize, isim vermeden onun kurucusuna savaş açtıklarını esefle müşahede etmiş bulunuyorum. İslâmi ve tarihi gerçeklerden uzak ve saptırmalarla yakın tarihimize çirkin yakıştırmalarda bulunan, cumhuriyetimize ve onun kurucularına yakışıksız imalarla saldıran bu görevlilerin devletin mabetlerinde cemaatle din adına konuşmaları, halkımızı cumhuriyet ve onun kurucuları hakkında kuşkuya düşürmeleri, medeniyet yolunda önemli mesafeler alan milletimizi yeniden cehaletin kucağına davet etmeleri beni bir mümin olarak bu konuyu acilen ele almaya sevk etmiştir.

Peygamberimizin irtihalinden hemen sonra İslâm âleminin gündemine oturan bu konu hep ayrılıkların, iç savaşların sebebi, kardeş kavgalarının kıvılcımı, milyonlarca Müslüman’ın katline sebep olan bir konudur. Peygamberin cenazesi kaldırılmadan ve defin işleri tamamlanmadan Müslümanların bir numaralı gündemi olmuş, sonuçları günümüze kadar sarkan bölünmelerin sebebi olmuştur. Bugün bile İslâm âleminin parçalanmışlığı bu konudaki farklı kanaatlerin bir sonucudur. İslâm da farklı inanç mezheplerinin ortaya çıkması, Müslümanların Sünni, Şii ve Harici gibi üst mezheplere ve bunların alt kollara ayrılmasının ana sebebi bu konudur. Bu konu binlerce sahabenin sebepsiz katledilmesinin ve hepsi de İslâm’ın gözbebeği olan nice büyük sahabenin bir birine dargın ve küskün ölmesinin sebebidir. O nedenle her önüne gelenin ele alıp konuşacağı bir konu değildir. Bu konu son dönemde akademik düzeyde ele alınarak tartışılan ve son zamanlarda bir hayli kitap ve makale yazılan bir konudur. Mesela Prof Dr. Ahmet Akbulut’un yazdığı Sahabe Dönemi İKTİDAR KAVGASI adındaki önemli eseri ve Prof. Dr. Hilmi Demir ile Doç. Dr. Muzaffer Tan’ın müşterek kaleme aldıkları Ehl-i Sünnetin reislerinden İMAM-I MÂTÜRÎDÎ adlı değerli çalışmaları bunlara örnek kitaplardır. Ayrıca Diyanet Vakfı tarafından çıkarılan İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ’NİN konuyla ilgili maddeleri her yönüyle değerli çalışmalardır. Yine bu konuda yalnız İslâm âleminin değil bütün insanlığın ortak değeri olan büyük tarihçi ve sosyolog İbn-i Haldun’un meşhur eseri MUKADDİME’si bu konuya ışık tutan en değerli kaynaktır.

Kur’ân’ı Kerim’in en son inen suresi NASR suresidir. Üç ayetlik bu surenin ilk iki ayeti meâlen şöyledir.”Allah’ın yardımı ve fethi geldiğinde. İnsanları, Allah’ın dinine akın akın topluca girdiğini gördüğünde” Bu ayetler Hz. Peygamberin peygamberlik görevinin tamamlandığına dair işaret kabul edilmiş ve sahabenin büyüklerini bir hüzün kaplamıştı. Her an o hüzünlü gün beklenilir olmuştu. Nihayet Hz. Muhammed miladi 632 yılında Safer ayının 18 ya da 19. Günlerinde hastalandı. 13 ya da 14 gün sonra Rebiulevvel ayının ikinci günü olan Pazartesi günü vefat etti. İslâm tarihinde büyük olayların yaşandığı bu günlerde bazı önemli gelişmeler tarih kitaplarının konuları olmuştur. Bunlardan birincisi ve belki de en önemlisi Hz. Ömer’in Peygamber’in vefatı olayına yaklaşımıdır. Hz. Ömer Peygamberin vefatına inanmıyor ve şöyle diyordu. “Bazı münafıkların peygamber’in öldüğünü söylediklerini, ancak Allah’ın Resulünün ölmediğini, onun Musa İbn-i İmran gibi Rabbine gittiğini, bu sebeple de toplumun arasından ayrıldığını, Peygamberin öldüğünü söyleyenin ellerini ve ayakların keseceğini” ilan etti. Tam bu sırada İslâm itikadı açısından çok önemli bir gelişme oluyor ve Hz. Ebubekir ayağa kalkarak Zumer suresinin 30. Ve Ali İmran suresinin 144. Ayetlerini okuyor ve sözünü şöyle tamamlıyordu. “Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa Allah diridir ölmez.” Böylece Hz. Ebubekir’in yardımıyla Hz. Ömer Hz. Peygamber’in öldüğünü kabullendi ve İslâm büyük bir inanç sapmasından kurtuldu.

Yine bu sırada meydana gelen İslâm tarihindeki ikinci büyük gelişme Benî Sa’ide olayıdır. Peygamberin vefatını haber alan Ensar (Medineli Müslümanlar) dan bazı ileri gelenler İslâm devletinin başına kendilerinden birini seçmek için Benî Sa’ide gölgesinde toplandı. Bu toplantıda en kuvvetli aday olarak Hazreç kabilesinin lideri Sa’d ibn-i Ubade görünüyordu. Sa’d ibn-i Ubade’nin kendisi de böyle bir göreve talipti ve de çok arzulu görünüyordu. O bu toplantıda bir konuşma yaparak özetle “Hilafetin Medinelilerin hakkı olduğunu” söylüyordu. Bu konuşmanın mahiyetinden Ensar’ın bu toplantıyı Peygamberimizin vefatından önce planladıkları anlaşılıyordu. Ensardan bazıları Sa’d ibn-i Ubade’nin halifeliğini istemedikleri için durumu Hz. Ebubekir ve Ömer’e bildirdiler. Böylece onlar da toplantıya katıldılar.

Not: Konu ile ilgili gelişmeleri önümüzdeki haftadan itibaren yazmaya devam edeceğim. Saygılarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar