
Nilgün Özerdoğan
İTALYA GEZİSİ-3
Geçen haftadan devam ediyorum.
…/.
İtalya ve Türkiye arasında zaman dilimi bakımından bir saat fark var. Biz onlardan bir saat ilerideyiz. Örneğin bizde saat 08.00 iken, İtalya’da 07.00 oluyor. O yüzden İstanbul’da saat 09.15’te bindiğimiz uçak, Roma’ya vardığımızda bizim saatlerimizle saat 11.30’da iken, İtalya’da saatler 10.30’u gösteriyordu. Cep telefonlarımız da hemen kendiliğinden İtalyan saatlerine göre uyarlandı.
İtalyanlar para birimi bakımından euro kullanıyorlar. Avrupa Birliğine girmeden önceki para birimleri İtalyan Lireti idi. Şu anda bir euro 22,50 Türk Lirası. Düşünün paramızın değeri ne kadar erimiş. Bizim paramızla Avrupa ülkelerinde yaşamak çok zor. Yarım litrelik bir pet şişe su otobüste ve otellerde bir euro, büfelerde iki euro. Hesaplanınca bir şişe suya 22,50 ila 45,- TL arasında para ödüyorsunuz. Bizde otobüslerde su bedava; için içebildiğiniz kadar. Yine de dışarıdan 2 euroya almaktansa, bizler gezi boyunca otobüsten bir euroya su almayı tercih ettik.
Yalnız İtalya’nın su bakımından bir güzelliği varsa, gittiğimiz her şehirde sokak ve caddelerde suyu içilebilen çeşmelerinin olması. Rehberimiz, “ Bu çeşmelerden su içebilirsiniz.” dedi. Biz de pet şişelerimizi bu çeşmelerden doldurup, içtik. Otellerdeki musluklardan akan suyun da içilebildiğini söylediler, ama biz Türkiye’deki alışkanlıkla bu suları içmedik.
İtalyanlar, yemek konusunda bize göre çok zayıflar, bizim gibi zengin sofraları yok. Kahvaltıda bir kruvasan yiyor ve bir kahve içiyorlar, o kadar. Rehberimiz bu konuda bizi uyardı ve “Öyle Türkiye’deki gibi çok çeşitli ve zengin kahvaltı beklemeyin. Burada bizdeki gibi bir kahvaltı kültürü yok. Ancak pizza ve makarnaya doyacaksınız.” dedi.
En meşhur yemekleri pizza; gerçekten çok güzel. Salamlı, sosisli, bebek enginarlı, peynirli, mantarlı, salçalı pizzaları her yerde yemek mümkün. Altı eurodan başlayan fiyatlarla satılan pizzalardan bizler de bol bol yedik. Öyleki pizza için, ünlü ve lüks otomobil markaları “Lamborghini ve Ferrariden daha güzel bir icat” diye söz ediyorlar.
Makarnaları da çok meşhur; onlar makarnaya pasta diyorlar. Makarnalarının da her çeşiti var; peynirli, etli, salçalı, sebzeli makarnalar yapılıyor. Yalnız makarnayı fazla pişirmiyorlar, bizim gibi haşlamıyorlar. Tadına bakmak için bir akşam arkadaşlarla soslu ve peynirli makarna yedik. Makarna tam pişmediği için sert oluyor, bu da hiç hoşumuza gitmedi ve bir daha hiç makarna yemedik. Makarnayı tabak yerine masaya kocaman tencere gibi saplı tavalarla ortasına az makarna koyarak getirdiler. Biz arkadaşlarla, “Bu şekilde mi yiyeceğiz?” diyerek hayretler içinde kaldık ve gülmeye başladık. Yanımızdaki masada oturan yabancı bir aile bu şaşkınlığımızı görünce bize kahkahalarla güldüler. Belki 15-20 dakika karşılıklı olarak onlar güldü, biz güldük. İtalyanlar için makarna ana yemek sayılmıyormuş, makarnayı yemek öncesi yiyorlarmış, üstüne ayrıca yemek yiyorlarmış.
Minestrone ismini verdikleri, içinde havuç, bezelye, patates gibi sebzelerden oluşan çorbaları var. Bu çorbaları da güzel ve lezzetli. Yine et, tavuk ve sebze suları ile pişirilen risotto denilen pirinç pilavı yapıyorlar. Bu pilavdan yemediğimiz için tadını bilmiyorum. Makarna gibi pirinci de tam pişirmiyorlarsa, bizim şahane pilavlarımızla mukayese edilmez.
Rehberimiz, “Dünya’nın en iyi biftekleri burada yenir” dedi ve bizi bir öğle yemeğinde Roma’nın büyük bir restoranına götürdü. İtalya’nın özel yemeği olarak düşündüğümüz için tadalım diye yedik, ancak fazla bir fark göremedik.
İtalya’nın aperol isimli içkisi var. Her kafe ve restoranda herkesin elinde turuncu renkli bu içkiyi gördüm. Bizim pek tanımadığımız rhubarb, Türkiye’de ravent olarak biliniyor. Bu bitkinin özü ile acı portakal özünden yapılan şarap bazlı bu içki gerçekten çok güzel. Ravent bitkisinin yapraklarında zehirli asit ve maddeler olduğundan kullanılmıyormuş; gövdesi ve köklerinin ise her derde deva olduğu söyleniyor. Böyle bir bitki Türkiye’de de tanıtılmalı ve yaygın olarak kullanılmalı. Ben her gün severek aperol içtim, gezimizdeki arkadaşların da çoğu beğendi.
Bunun yanında limonçello diye çok tatlı liköre benzeyen meşhur içkileri ve üzümden yapılan şarapları çok satılıyor. Turistler bu içkilerden bol miktarda alıyorlar ve ülkelerine götürüyorlar.
Bana göre İtalya’nın en güzel şeyi dondurmaları. Meyveli, çukulatalı gibi onlarca çeşit dondurmalardan yemek için dondurmacıların önünde uzun kuyruklar oluyor. Kocaman kocaman külahlarda sokakta neredeyse herkes dondurma yiyor. Gerçekten çok lezzetli dondurmaları yiyebilmek için bizler de kuyruklarda epey bekledik.
Memleketimizin yemekleri hiçbir şeyle mukayese edilmez. Hele ballı kaymaklı, sucuklu, börekli, patates kızartmalı, çeşit çeşit peynirli reçelli mükemmel kahvaltılarımız ne kadar güzel. İtalyanlar gelip de bir görseler.Diğer yemeklerimizde damak çatlatan cinsten. Gezi arkadaşlarımızdan emekli öğretmen Sema Özdemirel, “Ah ah şimdi bir tarhana çorbası olsa da yesek.” diyerek yemeklerimizin özlemini dile getirdi. Birbirimize Türkiye’ye döner dönmez tarhana çorbası yapacağımızı söyleyip, durduk.
Rehberimiz Burakhan Bey, gezimizin başında “İtalyanlar hayatı çok gevşek yaşıyorlar. Yemeği yavaş yerler, yemek geç gelir, hesap geç gelir. Burada restoranların hemen hemen hepsinde Bangladeşliler çalışır. Restoranlarda Müslim dediğinizde domuz eti vermezler. Peçeteler kumaştan olur, kâğıt peçete kullanmazlar.” diyerek bilgiler verdi.
…/.
Haftaya devam edeceğim.